" Eğer beni seçerseniz, beni yargılama hakkınızdan sonsuza kadar vazgeçmiş olursunuz. Eğer peşimden gelmeyi gerçekten seçtiyseniz, o zaman beni eleştirme haklarınızdan da feragat etmiş olursunuz. Artık beni onaylayamaz ve kınayamazsınız. Kutsal seçim eylemini gerçekleştirdiniz. Bundan böyle yalnızca itaat edebilirsiniz..."
D.H. Lawrence, 1885’te İngiltere’de, Eastwood, Nottinghamshire’ da doğdu. İlk romanı The White Peacock (Beyaz Tavus Kuşu) 1911’de, ikinci romanı Günahkâr Ruhlar 1912’de basıldı. Yarı otobiyografik romanı Oğullar ve Sevgililer (1913) Lawrence’ın kendi yaşamöyküsünü, genç bir adamın annesiyle ilişkisi ve bu ilişkinin başka kadınlarla ilişkilerini nasıl etkilediğiyle ilgili güçlü bir psikanalitik incelemeye dönüştürüyordu. 1915’te yayımlanan Gökkuşağı’nda, Brangwen ailesinin üç kuşak öyküsü aracılığıyla toplum ve ruhsal değişimi ele alınıyordu. Kitabın devamı niteliğindeki Âşık Kadınlar 1920’de yayımlandı. Onu yine aynı yıl 1920’de Kayıp Kız, 1926’da Kanatlı Yılan, 1928’de Lady Chatterley’in Âşığı, 1929’da Ölen Adam, 1930’da Bakire ile Çingene adlı romanlar izledi. Aynı zamanda çok iyi bir şair, öykü ve deneme yazarı olan D.H. Lawrence, özellikle romanlarıyla XX. yüzyıl İngiliz edebiyatının en etkili yazarlarından biri oldu. Klasik gerçekçilik ile modernizm arasında bir köprü görevi yapmıştır.Lawrence, 1930’da Fransa’nın Vence kentinde öldü.Yazarlık kariyeri boyunca yazdığı sekiz oyundan hiçbiri yaşarken yayınlanmadı.
Yazarın okuduğum ilk kitabı Uğurböceği. İzmit kitap fuarından aldığım kitap incecik olduğu için dinlenmek için okurum ve en fazla iki saatte biter diye düşünmüştüm. Kitap okurken dinlendim dinlenmesine de kitabı iki saat yerine iki günde bitirdim.
Kitap sıkıcı mı da uzun sürdü diye aklınıza gelmiş olabilir . Aksine kitap sıkıcı değildi. Detaylı tasvirlerin yanısıra bol bol da diyaloglar vardı. Diyalog bölümleri bol olan kitaplar sıkıcı olmaz aksine akar gider . Fakat yazar bu karşılıklı konuşmalarda aşk, yaşam ve ölüm üzerine felsefe yapıyor . Bu felsefi yaklaşımların yanı sıra savaş hakkındaki düşüncelerini de bize aktarıyor yazar.
Birinci Dünya Savaşı sırasında geçiyor kitap. Leydi Beveridge insanları çok seven ve onlara her fırsatta yardım etmeye çalışan bir kadındır. İngiltere'de esir düşmüş ve yaralı askerlerin bulunduğu bir hastaneyi sürekli ziyaret etmektedir. Bu ziyaretleri sırasında eski bir tanıdıkları olan Lord Dionys'e denk gelir. Lord da esirlerden birisidir.
Leydi bu tesadüfü kızı Daphne'ye anlatır ve o da Lord'u ziyaret etmeye başlar. Daphne'nin eşi de savaşta esir düşmüştür ve ne zaman eve döneceğini bilmemektedir.
Kont ufak tefek fakat kendine has bir cazibesi olan bir adamdır . Yazar ilginç bir şekilde tasvir eder Lord'u . " Kısa ve hasta alnı.. " , " tıraşsız , küçük , hayvansı kulaklarının üzerinde ince , siyah kılların çıkmış olduğunu fark etti " gibi ... Daphne ise Lordun aksine mitolojik bir tanrıça gibi tasvir edilir. Daphne'nin ziyaretleri sırasında ikili bolca felsefi konuşmalar yaparlar ve bu sohbetler aralarında bir yakınlığa , aşka yol açar.
Bu hisler içlerinde saklı kalsa da Daphne'nin kocasının eve dönüşü ile işler daha da karmaşık bir hale gelir...
Kitabı derinlemesine anlamak ve felsefi fikirleri kaçırmamak adına çok yavaş okudum kitabı. Yazarın tarzını ,anlatımını çok sevdim. Basit bir aşk hikayesinin aksine , dönemi , savaşı , yaşamı , ölümü ele alan ve yer yer farklı fikirleri öne süren güzel bir yolculuktu Uğurböceği.
Yazarın farklı kitaplarını da alıp okumayı istiyorum. Yazarın okuduğunuz ve tavsiye ettiğiniz bir kitabı var mı?
Kitabın Adı :Uğurböceği
Yazar :David Herbert Lawrence
Yayınevi :Zeplin Kitap
Orjinal adı : The Ladybird
Çevirmen : Canan Vaner
Sayfa Sayısı :107
Birinci Dünya Savaşı devam etmekte, yalnızca şehirleri değil, geride kalanları da darmadağın etmektedir. İngiltere’de bir hastanedeki savaş tutsaklarını ziyarete giden Leydi Beveridge, orada Almanya’dan tanıdığı biriyle karşılaşır: Kont Johann Dionys Psanek’le. Bu hadiseden kızı Daphne’ye de bahseder ve kocası hala askerde olan Leydi Daphne Kont’u sürekli ziyaret etmeye başlar. Böylece Leydi Daphne’yle Kont arasında adı konulmamış bir ilişki yeşerir ve Daphne’nin kocasının askerden dönmesiyle birlikte, savaşın kaosunun ilişkilerine yansımasına tanıklık ederiz. Savaş, herkesi değiştirmiştir: Arkada kalanları, kazananları ve kaybedenleri. Bütün bir Avrupa savaş sonrası sendromunun pençesinde kıvranmaktadır.
Söz konusu D. H. Lawrence oldu mu, bir aşk hikayesinin altında daima daha fazlası vardır: Uğurböceği de öyle bir hikayedir, karakterler arası diyaloglarda hem Nietzsche’ye hem de savaş karşıtı düşüncelere rastlarız.
Hiç kitaplarını okumadığım ama merak ettiğim bir yazardı.Yorumunuzu okuduktan sonra bu kitabını okumam gerektiğini fark ettim :) Teşekkürler
YanıtlaSilbilmediğim bir yazar ve kitap, kitap satın alacağım zaman alabilirim ben de :)
YanıtlaSilHenüz kitaplarıyla tanışmadığım bir yazar, okuyabilirim. Teşekkürler..
YanıtlaSil